Dünyanın bir gıda krizine gireceğinin ayak sesleri; Tarımdan sanayiye geçiş yapan toplumlarda ,tarım yapan nüfusun azalması, köyden kente göçün hız kazanması, tarım arazilerinin plansız bir şekilde betona,sanayi alanlarına ve ekilmeyerek nadasa bırakılması ile zaten “Ben geliyorum” diyordu ancak Covid salgını ile beraber Ukrayna-Rusya savaşı sonucunda dünya ülkelerine ve özellikle Avrupa’daki ülkeler ile birlikte bizide bu olayın ciddiyetini anlamaya hatta uyandırmaya yetti. Bu zamana kadar yapılan boşvermişlik ve ithalata öncelik verme siyasetimiz; bu konuda bizim toparlanmanın neresinden başlamamız gerektiğini hala ülke olarak netleştiremedik.
Rusya – Ukrayna krizi ile buğday ihracatının Odesa Limanı’ndan engellenmesi,dünyanın ikinci büyük buğday üretimi yapan ülkesi Hindistan’nın 1,5 milyarlık kendi nüfusunun sıkıntıya gireceğini düşünerek, buğday ihracatını yasaklama kararı alması;Buğday ithal eden ülkelerde (Buna bizde dahiliz)hem buğday ve un fiyatlarını hem de ekmek,makarna bulgur, unlu mamulleri v.b ürün fiyatlarında artışlar hız aldı.
Bugün itibariyle ülkemizde; Ekmek ve simit 5TL bulgur,un,makarna fiyatları 2-3 misli fiyat artışlarına ulaştı, yükselmeye de devam ediyor. Bu duruma birde döviz kurlarındaki yükseliş ve üretim maliyetine enflasyonist etkisi, akaryakıt zamlarının navlun ve üretim maliyetlerine yansıması eklenince,tarımsal alandaki üretimi artırma ve üreticiyi teşvik tedbirlerini hep ikinci plana atan ülkeler, şimdi de hem tarımsal üretim ve hayvancılığın hem de ekilebilecek tarımsal arazilerin kıymetini anlamaya ve tarımsal üretim ve çiftçinin üretim ile ilgili sorunlarına kulak vermeye başlamak zorunda kaldılar.
Mustafa Kemal Atatürk’ün;”KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR “veciz sözü değer bulmaya,aslında köylümüzün bu topraklarda üstlenmiş olduğu rolün ve kritik görevin, ülkeler üzerinde ki stratejik etkisinin daha o yıllarda bu sıkıntıları tasavvur edip bu günlere söylenmiş ve asla yabana atılmaması gereken bir söylem ve ulusal topyekün üretime verdiği değerin kendisi olduğu gün gibi ortaya çıkmıştır.
11 yıl süren Kurtuluş Savaşı yıllarından sonra,savaşta yorgun,yoksul ve bitap düşen Türkiye Cumhuriyetimizin;Tarım ve hayvancılık alanında da bir kalkınma hamlesine ihtiyaç duyduğunun bilinci içerisinde:Mustafa Kemal Atatürk, köylümüzün tohum,gübre,kredi ihtiyaçları için;Tohum istasyonları kurarak, tarım kredi kooperatifleri,devlet üretme çiftlikleri, toprak mahsulleri ofis ve siloları kurarak,tarımsal mekanizasyon aletleri,et ve süt kombineleri ile köylümüzün tarım ve hayvancılığına sahip çıkıp ekilebilecek arazilerin miktarını 1830.000 hektardan 6.800.000 hektara çıkarıp topyekün kalkınma hamlesinin tarım ve hayvancılık alanındaki ayağını başarılı bir şekilde harekete geçirmiştir.
Bugünde aynı stratejiyi izlememiz gerekmektedir.
Türkiye elbette sanayileşme konusunda her gün yeni bir teknolojik icat ile karşı karşıya olduğumuzu unutmadan gerekli atılımları ve açılımları yaparak dünyada ki yarıştan kopmamalı ama tarım ve hayvancılığı da asla ihmal etmemelidir.Köylümüz kooperatifleşme yolu ile ürettiği ürünleri gönül rahatlığıyla pazarlamalı,serbest piyasa ekonomisinin acımasız çarkları arasında ezdirilmemelidir.
Devletimiz ,tarım ve hayvancılık ile uğraşan köylümüzün yanında olduğunu, yapacağı üretim planlama ve koordinasyonlarla onlara hissetirmeli,cömert davranmalıdır. 26 milyon hektar ekili arazilerimiz son 10 yıllık dönemde ithalat ve yanlış üretim, fiyat politikaları ile 20 milyon hektara kadar düşmüştür. “Paramız varsa ithalat yapar iç piyasayı yola getiririz “Felsefesi yerine; Aklın yolu birdir diyerek, Üretimi, üreticiyi teşvik ve destekle çiftçimizi, stratejik konumuna tekrar taşımalı, dünyada kendine yeten 7 ülkeden biri olma hüviyetimize elbirliği ve programlı bir şekilde ulaşmalıyız.